Girişimciler çalışan sayısı, müşteri portföyü ya da kazançları konusunda “şişirilmiş” portreler çizebiliyorlar. Avukat Şebnem Elif Kocaoğlu Ulbrich, “Bazen tüm piyasayı sarsacak skandallar ortaya çıkabiliyor” diyor.
BU durum rekabetin yoğun olduğu finansal teknoloji alanında ne yazık ki oldukça yaygın. Netflix’te de örneklerini bolca gördüğümüz üzere, bazı girişimciler neden kullanıcı sayıları ve kazançları hakkında sürekli yanlış bilgi veriyorlar? Bu riskli strateji, girişimcilerin risk almayı seven, adrenalin tutkunu yapılarından mı kaynaklanıyor? Yoksa bu davranış için risk sermayesi yatırımcıları ve ekosistemdeki baskıyı mı suçlamak gerekiyor? Berlin merkezli Contextual Solutions Kurucusu Avukat Şebnem Elif Kocaoğlu Ulbrich, konuyla ilgili önemli tespitlerde bulundu. İşte detaylar:
FINTECH SKANDALLARI
“Geçen yıl Almanya’nın en popüler kripto uygulamalarından biri olan ve 500 bin müşterisi olduğu iddia edilen Nuri’nin sadece 200 bin müşterisinin olduğunun ortaya çıkması ile yönetim medyanın eleştiri oklarının hedefi haline gelmişti. Bu eleştiriler Nuri’nin ödeme aczi başvurusunda bulunması ile dinse de ekosistemde yankıları halen devam ediyor. Benzer şekilde, Almanya’da 8 milyon müşteri dönüm noktasına yaklaştığı iddia edilen neobank N26’nın aslen 3.7 milyon müşterisi olduğu doğrulandı. Daha önce de aktif olmayan ve onboarding sürecini tamamlamayan müşterilerini de müşteri sayı toplamına eklediği için eleştirilen N26’nın stratejisi çok da yabancı değil. Risk yatırımcılarının “sürekli büyüyen müşteri portföyü” talepleri sebebiyle çoğu girişimin mevcut olandan daha pozitif bir tablo çizmek zorunda olduğu bir gerçek. Üstelik Wirecard örneği düşünülünce Nuri ve N26’nın stratejileri masum kaldığı söylenebilir.
ALMANYA’NIN YÜZ KARASI
Almanya fintech ekosisteminin yüz karasına dönüşen fintech Wirecard, bir zamanlar ülkenin parlayan yıldızı olarak gösteriliyordu. Siyasetçilerin övgüyle bahsettiği ödeme şirketi Wirecard faaliyetlerinin sistematik dolandırıcılığa paravan olduğunun anlaşılması ile Almanya’dan Asya’ya ulaşan bir skandal ortaya çıkmıştı. Financial Times’tan Dan McCrum ve kurum içi muhbirlerin (whistleblower) özenli çalışmasıyla ortaya çıkan skandalda yıllarca fark edilmeyen veya görmezden gelinen dolandırıcılık faaliyetleri ve muhasebe tutarsızlıklarına ek olarak halen ortaya çıkarılmaya uğraşılan farklı suç unsurları bulunuyor. Wirecard’daki tutarsızlıkların ilk ortaya çıktığı 2020’den beri Almanya fintech ekosistemi bu skandalın gölgesinde yaşıyor. Wirecard her ne kadar uç bir örnek olsa da büyük yalanların müsamaha edilen küçük beyaz yalanlar şeklide başlama ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyor. Nitekim diğer fintech skandallarında da bu olaya benzer çarpıtma ve yanıltma unsurları görmek mümkün.
PİYASAYI SARSAN SKANDALLAR
Fintech skandallarından bahsederken akla gelen bir başka önemli örnek ise ABD merkezli Frank. Bir finansal yardım girişimi olan Frank, 2021’de JPMorgan Chase tarafından 175 milyon dolarlık satın alım sürecini güvence altına almak için kullanıcı verilerini şişirdiğinin ortaya çıkması sonucu ciddi yasal sonuçlarla karşı karşıya kalmıştı. Bir dönem Forbes tarafından dünyaya iz bırakan 30 yaş altı gençler listesinde yer verilen CEO Charlie Javice, kullanıcı rakamları 300.000’in altında iken 4,25 milyon kullanıcı beyan ederek satış bedelini şişirdiği iddiasıyla şu an yargılanıyor. Medyadaki kaynaklara göre Javice JPMorgan’ın müşteri portföyünü onaylamak istemesi üzerine milyonlarca sahte hesap oluşturdu ancak JPMorgan’ın bu kullanıcılara gönderdiği kampanya e-postalarının geri dönmesiyle durum açığa çıktı. Yine benzeri bir uygulamanın Palo Alto merkezli hizmet bankacılığı (BaaS) platformu Solid tarafından yürütüldüğü son günlerde tartışılıyor. Solid, 2022 Ağustos ayındaki Seri B fonlama turu sırasında gelir rakamlarını ve yıllık tekrar eden gelir (ARR) projeksiyonlarını sistematik olarak şişirmekle suçlanıyor. İddialara göre Solid bazen sözleşme mevcut olmayan veya ve faturalandırma niyeti olmayan müşterilerden de geliri kaydetmek suretiyle olduğundan daha güçlü bir müşteri ve işlem hacmi sergileyerek yatırımcılarını aldattı. Abartılan kullanıcı sayısı ve kazanç tablolarının dolandırıcılığa dönüştüğü skandalların merkezindeki son fintech ise Gana merkezli Dash oldu. Dash, sınır ötesi ödemeleri kolaylaştırmayı hedeflerken usulsüzlük suçlamaları sebebiyle 2023 ekim başında operasyonları durdurmak zorunda kaldı. İddialara göre yönetimin kullanıcı metriklerinin kasıtlı olarak çarpıttığının ve şirkketteki 25 milyona yakın bakiye eksiğinin ortaya çıkması ile Afrikalı fintech kapıları kapatmak zorunda kaldı.
FINTECH’TE BASKI UNSURLARI
Hukukta masumiyet karinesi esastır. Yine de ispatlanan olaylar üzerinden hareket edilirse finansal teknoloji oyuncularını sarsan bu skandalların bazı ortak noktaları olduğu görülmektedir. Bu sebeple bu skandalların münferit birer olay mı olduğu yoksa ekosisteme yansıyan sistematik bir sorun mu olduğu sorusunun cevabı aranmalıdır. Öncelikle, girişimcilerin yoğun rekabetin olduğu sektörlerde, yatırım alma veya müşteri çekme konusunda avantaj elde etmek isteğinin anlaşılır olduğunun vurgulanması gerek. Bu nedenle, girişimcilerin rakiplerine karşı üstünlük sağlama veya risk sermayesi yatırımcılarının dikkatini çekme amacıyla gerçek dışı başarı öyküleri oluşturdukları gözlenmektedir. Bu durum, girişimcilerin yatırımcılar ve medyadan gördükleri baskı ile ilişkilendirilebilir. Yine bazı girişimciler, kısa vadeli kazançlar elde etmek ve yatırımcıları veya hissedarları memnun etmek için gerçek dışı bilgiler sunabilirler. Bu, uzun vadeli sürdürülebilir başarıdan ziyade hızlı kazanç odaklı bir stratejiyi yansıtıyor.Girişimcilerin fikirlerini geliştirmek için yatırıma ihtiyaçları olduğu bir gerçek ancak aynı zamanda yatırım almak için de belli bir mesafe kaydetmek zorunda bırakılmaktadırlar. Bu durum bir tavuk yumurta paradoksu yaratıyor. Bu sebeple, özellikle başlangıç aşaması için bütçesi olmayan girişimcilerin ‘yaratıcı’ yöntemlere baş vurarak başlangıç sermayesini garantilemeye çalıştıkları görülmektedir.
KONTROL MEKANİZMALARI
Girişimciler baskı sebebiyle bazen ‘gri’ etik alana kaysa da ekosistemde bu durumu ortaya çıkaracak kontrol mekanizmaları olduğu düşünülmekte. Oysa şirket değerlemelerindeki dengesizlikler çoğu yatırımcının ciddiyetle sürdürülmesi gereken due diligence süreçlerini ihmal ettiğini ortaya koymaktadır. Bazen bu stratejilerin dış baskıdan çok girişimcinin kendi inançlarından kaynaklandığı da görülmektedir. Kendisini veya ekibini motive etmek isteyen girişimcilerin söyledikleri (beyaz) yalanlara inanmak istedikleri senaryolar da piyasada bolca mevcuttur. Son olarak, benzer örneklerin diğer sektörlerde de yaşanması ve uç örnekler dışındaki olaylarda ‘risk alan’ yöneticilerin durumdan yara almadan kurtulmasının bu tarz stratejileri teşvik ediyor olması da bir ihtimal. Nitekim yeni girişimciler fon bulmakta sıkıntı çekerken skandalları sebebiyle şirketten WeWork CEO’su Adam Neumann’ın yeni girişiminin 350 milyon dolar yatırım alarak piyasada boy göstermesi bu durumun bir örneği olarak gösterilebilir. Sonuç olarak risk sermayesi yatırımcıları ve ekosistemdeki “mahalle baskısı” sebebiyle girişimcilerin isteyerek ya da istemeyerek gerçek dışı beyanlarda bulunduğuna şahit oluyoruz. Yatırımcılar, yatırım yapacakları girişimlerin büyüme potansiyelini değerlendirirken, bu tür yanıltıcı bilgilere duyarlı oldukları için bu riskli strateji girişimin ilk yıllarında bir standart haline geliyor. Bu nedenle, bazen girişimciler, yatırım alabilmek veya değerlerini artırabilmek için adeta gerçek dışı, iyimser bilgiler sunmaya teşvik ediliyorlar. İşte bu iyimserliğin derecesi dengeleri değiştirebilecek bir unsur olarak karşımıza çıkabiliyor. Her ne kadar değişen faiz ortamı ve bazı yatırımcıların muslukları kapatması sebebiyle ekosistem doğal olarak somut büyüme ölçütü gösteren girişimlere yönelse de girişimcilerin üzerindeki PR ve ‘kesintisiz büyüyen kullanıcı rakamları’ baskısı azalmıyor. Bu sebeple bu skandalları azaltmak istiyorsak öncelikle yatırımcıların gerçekçi olmayan ölçütler konusunda baskıyı azaltmalarını istememiz gerekiyor. Yine yatırımcıların çok iyi tanıdıkları girişimcileri bile standart bir due diligence sürecinden geçirmeleri ve “gerçek olamayacak kadar iyi (too good to be true)” girişim söylemlerini iyice sınamaları kendi portföyleri açısından da faydalı olacaktır. Girişimciler açısından da ilk başta kulağa zararsız gelen beyaz yalanların uzun vadede tutarsızlığa veya içinden çıkılamayacak kuyruklu yalanlara yol açabileceğinin hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır. Yanıltıcı bilgiler sunmak, girişimin pazar pozisyonunu veya tüketici güvenini kaybetmesine, kişisel itibar ihtilaflarına ve yasal sorunlara ve neden olabilir.”